Gezerek öğrenmek hatta gezerken okumak benim en sevdiğim
şeydir. Buna istinaden de arkadaşlarımın
çoğu da benim gibi olmakla beraber daha meraklılar diyebilirim.
Sevgili arkadaşım da benim gibi gezmeye doyamayanlardan.Çok
gezince ister istemez insan yoruluyor ve acıkıyor. Hem dinlenmek hem de
karnımızı doyurmak adına canım arkadaşım bana muhteşem bir teklif sunuyor.
Madem Girne de bulunuyoruz o zaman burada görülmesi gereken en güzel yere gidelim.Bu
günde güneşi burada batıralım ve harika bir manzarada karnımızı doyuralım. Yemekten
sonra almış olduğumuz enerji ile de
Bellapais Manastırını gezeriz hatta yemek yerken ben sana burayı anlatırım
dedi. Hayır denilemez bir teklifti bence bu…
Kısa süre de vardık bu harika yere cidden çok güzel bir
dokusu vardı. Gözlerime inanamadım büyüleyiciydi. Görür görmez yorgunluğumu da
açlığımı da unutuverdim. Ama arkadaşım biraz sabırlı ol lütfen diyerek beni
manastırın tam karşısında bulunan kafelerden birine soktu.Kafenin adı Huzur Ağaç idi ve gayette iyiydi.Gün batımını
yakaladık ve harika görünmekteydi buradan güneşin her hali ve gökteki o
güzel kızılımsı renk.
Siparişlerimizi verdik ve sabırsızlıkla beklemeye başladık. Ben
çevremden gözümü alamıyordum o kadar güzeldi ki. Arkadaşım da bana anlatmaya
başladı bu güzel ve ihtişamlı eserin tarihteki yaşantısını …
Manastırı Fransa Kralı III. Hugh yaptırmış fakat daha sonra
IV.Hugh yeniden ekleme yaptırmıştır.
Bellapais’in adı
eskiden Barış Manastırı olarak bilinmekteymiş zamanla her şey gibi oda değişmiş
ve günümüzdeki adına kavuşmuş.
Manastırın ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs'ten göç eden Augustinian mezhebi rahipleriymiş. Ancak Kıbrıs’ın
Osmanlılar tarafından alınmasının ardından manastır, Yunan Ortodoks Kilisesine
verilmiş.
Sevgili arkadaşım şevk ile anlatırken verdiğimiz siparişler
geldi ve biz gelir gelmez davrandık çatala bıçağa bir yandan da ben hala soru
soruyordum.
Öğrendikçe de daha çok merak edip biran önce manastırın
içine girip görmek istiyordum.
Manastıra giriş ücreti olarak öğrenci indiriminden yaralanıp 3'er lira ödedik.Tam ücreti ise 5 lira olan turistlere olmuş 9 lira ödeme istenmiş.
Arkadaşımın dediğine göre bu yapı gotik sanatın
örneklerindenmiş. İyi de gotik sanat ne demek ben bilmiyorum ki,işin içine tam
da bu noktada internet giriyor tabiki… Benim telimin hattı burada çalışmadığından
arkadaşımın telefonundan hemencecik internete girip bir sürü siteye bakınarak
biraz da olsa öğrendim ne demek olduğunu…
Gotik Sanat :Bu sanatın en önemli özelliği eserlerin birbirlerini keserek ,sivri şekilde yapılmış
olan kemerlerdir. Göğe doğru yükselen ok şekline bürünerek yücelik hissini
uyandıran kuleler ,dilimli şekilde yapılmış olan kubbeler ve bol bol
pencerelere sahip olan yapılardır.Fransa
bu sanatın öncüsüdür.
Kilise yapısı günümüzde çeşitli klasik müzik konserleri ve
Bellapais Müzik Festivali kapsamındaki etkinlikler için kullanılıyormuş.
Güneşi batırmış, yemeklerimizi bitirmiş ve birçok bilgiye
sahip olduktan sonra bu harika manastırın içine doğru yol aldık.Manastırın
bahçesine yeşilliklerine yapılış şekline ve manzarasına hayran kalmamak elde
değil, verdiği maneviyat ve huzur da cabası.Manastırın dışı kadar içi de
büyüleyiciydi. Giriş kısmındaki freskler inanılmazdı ve 15. Yy dan kaldığını
öğrenince daha bir hayran kaldım. Fresk: Duvarların üzerindeki farklı
tekniklerle çizilmiş olan figürlere deniliyor. Özellikle de kiliselerde
katedrallerde görülen figür sanatıdır.
O muhteşem kapılardan içeri salona doğru girip de etrafı
süzdüğünüzde hele de benim gibi dokunarak hissedenlerdenseniz eğer bu yapının
eskiden neler yaşadığına tanık olabilirsiniz. Duvarlara dokunduğumda mermi
izlerine rastladım ve demek ki bu
güzelim yerde savaş kurbanlarından diye düşündüm.
Yürürken bir köşe de üst üste duran mermer lahitleri gördüm
bu lahitler Roma‘dan kalmaymış. Devam edilince yemekhane diye adlandırılan bir
odanın kapısına rastlıyorsunuz kapının üzerinde anlamlarını çok iyi bilemesem de
burada hüküm süren krallıkların armaları asılmak da idi.
Rahiplerin iş odaları ve meclis odaları vardı. Yine rahiplerin yatakhaneleri ile hazine odası
üst katta yer alıyordu. Ve yine rahiplerin vaaz dinledikleri kürsü
bulunmaktaydı.
Kısacası gezerken benim aklım başımdan gitti diyebilirim. Yarım
saatliğine sanki başka bir yüzyıla başka bir dünya ya gidip geldim.
Manastırdan çıkarak köye doğru yol aldık. Bellapais köyü de,
en az manastır kadar etkileyiciydi. Ünlü ingiliz yazar Lawrence Durell,
1953-1956 yılları arasında Kıbrıs'ta bulunmuş ve Bellapais'te bir evde yaşamış
ve Kıbrıs'taki hatıralarını anlattığı kitabı “Bitter Lemons-Acı Limonlar”da,
Bellapais' e duyduğu hayranlığı sıkça dile getirmiştir. Romanda sıkça adı
geçen, manastırın hemen karşısındaki Huzur ağaçtan yukarıya doğru tırmanan yolda
yürüyüşe çıkmanız durumunda anısına bir plaketin asılı olduğu Durell'in evini
de görebilirsiniz.
Evet bu kadar gezmek öğrenmek manevi huzura ermek ve
yorulmak gerçekten paha biçilemez. Gitmek isteyen herkesin gidip görebilmesi ve
güzel anılar biriktirmesi dileğiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder