23 Ağustos 2015 Pazar

BELLAPAİS MANASTIRI


      Gezerek öğrenmek hatta gezerken okumak benim en sevdiğim şeydir. Buna  istinaden de arkadaşlarımın çoğu da benim gibi olmakla beraber daha meraklılar diyebilirim.
      Sevgili arkadaşım da benim gibi gezmeye doyamayanlardan.Çok gezince ister istemez insan yoruluyor ve acıkıyor. Hem dinlenmek hem de karnımızı doyurmak adına canım arkadaşım bana muhteşem bir teklif sunuyor. Madem Girne de bulunuyoruz o zaman burada  görülmesi gereken en güzel yere gidelim.Bu günde güneşi burada batıralım ve harika bir manzarada karnımızı doyuralım. Yemekten sonra  almış olduğumuz enerji ile de Bellapais Manastırını gezeriz hatta yemek yerken ben sana burayı anlatırım dedi. Hayır denilemez bir teklifti bence bu…
Kısa süre de vardık bu harika yere cidden çok güzel bir dokusu vardı. Gözlerime inanamadım büyüleyiciydi. Görür görmez yorgunluğumu da açlığımı da unutuverdim. Ama arkadaşım biraz sabırlı ol lütfen diyerek beni manastırın tam karşısında bulunan kafelerden birine soktu.Kafenin adı Huzur Ağaç idi ve gayette iyiydi.Gün batımını yakaladık ve harika görünmekteydi buradan güneşin her hali ve gökteki o güzel  kızılımsı renk.
Siparişlerimizi verdik ve sabırsızlıkla beklemeye başladık. Ben çevremden gözümü alamıyordum o kadar güzeldi ki. Arkadaşım da bana anlatmaya başladı bu güzel ve ihtişamlı eserin tarihteki yaşantısını …
Manastırı Fransa Kralı III. Hugh yaptırmış fakat daha sonra IV.Hugh yeniden ekleme yaptırmıştır.
Bellapais’in  adı eskiden Barış Manastırı olarak bilinmekteymiş zamanla her şey gibi oda değişmiş ve günümüzdeki adına kavuşmuş.
Manastırın ilk sakinleri 1187 yılında Kudüs'ten göç  eden Augustinian mezhebi rahipleriymiş. Ancak Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından alınmasının ardından manastır, Yunan Ortodoks Kilisesine verilmiş.
   Sevgili arkadaşım şevk ile anlatırken verdiğimiz siparişler geldi ve biz gelir gelmez davrandık çatala bıçağa bir yandan da ben hala soru soruyordum.
Öğrendikçe de daha çok merak edip biran önce manastırın içine girip görmek istiyordum.

   Manastıra giriş ücreti olarak öğrenci indiriminden yaralanıp 3'er lira ödedik.Tam ücreti ise 5 lira olan turistlere olmuş 9 lira ödeme istenmiş.
Arkadaşımın dediğine göre bu yapı gotik sanatın örneklerindenmiş. İyi de gotik sanat ne demek ben bilmiyorum ki,işin içine tam da bu noktada internet giriyor tabiki… Benim telimin hattı burada çalışmadığından arkadaşımın telefonundan hemencecik internete girip bir sürü siteye bakınarak biraz da olsa öğrendim ne demek  olduğunu…

Gotik Sanat :Bu sanatın en önemli özelliği eserlerin  birbirlerini keserek ,sivri şekilde yapılmış olan kemerlerdir. Göğe doğru yükselen ok şekline bürünerek yücelik hissini uyandıran kuleler ,dilimli şekilde yapılmış olan kubbeler ve bol bol pencerelere sahip olan  yapılardır.Fransa bu sanatın öncüsüdür.
Kilise yapısı günümüzde çeşitli klasik müzik konserleri ve Bellapais Müzik Festivali kapsamındaki etkinlikler için kullanılıyormuş.
Güneşi batırmış, yemeklerimizi bitirmiş ve birçok bilgiye sahip olduktan sonra bu harika manastırın içine doğru yol aldık.Manastırın bahçesine yeşilliklerine yapılış şekline ve manzarasına hayran kalmamak elde değil, verdiği maneviyat ve huzur da cabası.Manastırın dışı kadar içi de büyüleyiciydi. Giriş kısmındaki freskler inanılmazdı ve 15. Yy dan kaldığını öğrenince daha bir hayran kaldım. Fresk: Duvarların üzerindeki farklı tekniklerle çizilmiş olan figürlere deniliyor. Özellikle de kiliselerde katedrallerde görülen figür sanatıdır.
O muhteşem kapılardan içeri salona doğru girip de etrafı süzdüğünüzde hele de benim gibi dokunarak hissedenlerdenseniz eğer bu yapının eskiden neler yaşadığına tanık olabilirsiniz. Duvarlara dokunduğumda mermi izlerine rastladım ve demek ki  bu güzelim yerde savaş kurbanlarından diye düşündüm.

Yürürken bir köşe de üst üste duran mermer lahitleri gördüm bu lahitler Roma‘dan kalmaymış. Devam edilince yemekhane diye adlandırılan bir odanın kapısına rastlıyorsunuz kapının üzerinde anlamlarını çok iyi bilemesem de burada hüküm süren krallıkların armaları asılmak da idi.
Rahiplerin iş odaları ve meclis odaları vardı.  Yine rahiplerin yatakhaneleri ile hazine odası üst katta yer alıyordu. Ve yine rahiplerin vaaz dinledikleri kürsü bulunmaktaydı.
Kısacası gezerken benim aklım başımdan gitti diyebilirim. Yarım saatliğine sanki başka bir yüzyıla başka bir dünya ya gidip geldim.
   Manastırdan çıkarak köye doğru yol aldık. Bellapais köyü de, en az manastır kadar etkileyiciydi. Ünlü ingiliz yazar Lawrence Durell, 1953-1956 yılları arasında Kıbrıs'ta bulunmuş ve Bellapais'te bir evde yaşamış ve Kıbrıs'taki hatıralarını anlattığı kitabı “Bitter Lemons-Acı Limonlar”da, Bellapais' e duyduğu hayranlığı sıkça dile getirmiştir. Romanda sıkça adı geçen, manastırın hemen karşısındaki Huzur ağaçtan yukarıya doğru tırmanan yolda yürüyüşe çıkmanız durumunda anısına bir plaketin asılı olduğu Durell'in evini de görebilirsiniz.











Evet bu kadar gezmek öğrenmek manevi huzura ermek ve yorulmak gerçekten paha biçilemez. Gitmek isteyen herkesin gidip görebilmesi ve güzel anılar biriktirmesi dileğiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BURSA YEŞİL CAMİ & YEŞİL TÜRBE

Bahçelievler Belediyesinin düzenlemiş olduğu günübirlik Bursa gezisine katıldığım ve soluğu o çok istediğim Yeşil Cami de aldığım anı paylaş...