Sayfalar

26 Ağustos 2015 Çarşamba

LEFKOŞA SOKAKLARI



     Lefkoşa da gezip adım attıkça adeta her yerinden tarih fışkırıyor. Atatürk maydanından itibaren gezmeye başladık sevgili arkadaşım ile ve baya bir zaman harcadık burada gez gez bitmedi.
    Meydan da gezerken ilk karşımıza çıkan bir sütun oldu sevgili arkadaşımın dediği üzere bu sütuna gotlar sütunu deniliyormuş. Yüksekliği 6 metreymiş ve Venedikliler tarafından şehre hakim olduklarını belirtmek amaçlı meydana dikilmiş. Üst kısmında eskiden St. Mark aslanı bulunurmuş şimdi ise bir küre bulunmakta. Sütunun alt kısmındaki levhalarda 6 italyan ailesinin armaları görülüyordu. Çok iyi anlaşılmasa da benim gibi dokunarak hissedenlerdenseniz geldiğiniz de dokunmanızı ve bu armaları anlamanızı tavsiye ederim. Bu sütunun Salamis Harabelerinden getirildiğini öğrenince biraz şok oldum nasıl yani 6 metre yüksekliğindeki bu sütunu nasıl taşıyıp buraya getirmişler hayret doğrusu…


    Bu arada sevgili arkadaşım ile başımıza güzel bir olay da geldi anlatmadan geçmeyeyim. Ben merakla sütunun altındaki armalara dokunurken sevgili arkadaşımda kaldırımda oturuyor ve fotoğraf çekiyordu. Birden etrafı güvercinler bastı desem yeridir. Tam karşımda motorsikletli bir amca belirdi elindeki poşeti açarak güvercinlere yem serpmeye başladı. Sevgili arkadaşım fotoğrafını çekmek için yanına yaklaştı ve sohbete başladılar. Çok kibar beyefendi tonton bir amcaydı adını sorduk Hüseyin dedi. Meğer isem Hüseyin amca her gün bu meydana gelir kuşları beslermiş. Ne mübarek insansın sen Hüseyin amca saygıyla önünde eğildik. Sonra namazını kılmak için camiye gitti Hüseyin amca. Kendisi çok candan ve çok yürekli Allah korkusu olan bir insandı. Onun için Allah tüm günahlarını affetsin diyorum en içten dualarımla…Gerçi sırf kuşları beslemek için onca yol kat eden bir insan nasıl günah işlesin ki yine de bilemeyiz işin aslını…

Atatürk meydanın da gezmeye devam ederken Belediyeler Birliği Binasının önünde biraz oturduk ve sevgili arkadaşım bana buranın tarihçesinden biraz bahsetti. Burası eskiden Baş Piskoposluk Sarayıymış ve 13. Yy da inşa edilmiş. İçerisinde ise rahiplerin vaazlarını verdikleri loca bulunmaktaymış. Tek katlı olmasıyla birlikte cephelerinin görünüş olarak kaleyi anımsattığı söyleniyormuş. Fakat daha sonra Osmanlının ilk kadısı olan Menteşzade tarafından onartılmış ve ikinci katı yapılmıştır. Bina eskiden sarı taş ile yapılmış oluğundan uyum sağlaması için ikinci katta sarı taşdan yapılmış. Ancak eserin ilk yapısından orijinal olarak sadece gotik tarzdaki kemerli kapılar kalmış. Baş piskopasların makamı olan bu yerleşke sonradan Türk ailelerin yerleştirildiği evlere dönüştürülmüştür.Daha sonra da bugünkü halini almış ve Belediyeler Birliği Binası olmuş.

    Ayrıca dikkatimi çeken ise bu binanın giriş kapısının önündeki kolan şeklindeki yapıda bulunan armaydı.Bu arma İngiltere Kraliyet ailesine ait olan ve Kraliçe Elizabethin tahtta çıkışına ithafen yapılmış bir armaymış.
   Bu tarihi binayıda gördükten sonra sokaklarda gezmeye devam ediyoruz.

       Karşımıza şehrin kapıları denen 3 kapıdan biri olan Girne Kapısı çıkıyor.Bu kapı adından da anlaşılacağı üzere eskiden şehrin giriş ve çıkışlarını sağlıyormuş. Venedikliler tarafından yapılmış olan yapı daha sonra Osmanlının eline geçmiş.                                                                                                Kapının yanında bulunan kemerler İngilizler tarafından kesildikten sonra kapı olma özelliğini kaybetmiş. Kapının ayrıca bir gözetleme kulesi var. Bu gözetleme kulesinde eskiden Horoz Ali adında görevli olarak hizmet veren bekçi de varmış. Horoz Ali denildiğine göre 121 sene yaşamış ve yaşamının sonuna kadar da görevini sürdürmüştür hatta rivayete göre burada vefat ettiği de söylenir.
       
Burada kadınlar pazarı denilen bir caddede alışveriş yerleri var. Sevgili arkadaşım ile hatıralık eşyalar ve kitaplar aldık. Hem yorgunluğumuzu atmak hem de kahve molası vermek için bir kafe ararken arkadaşımın aklına Rüstem Kitapevi gelmiş. Hadi seni muhteşem bir yere götüreceğim diyerek koştura koştura gittik. Dediği kadar vardı. Çok güzel şirin mi şirin kitap ve kahve kokusuyla harmanlanmış bir mekandı. Kıbrıs’ın ilk kitapevlerinden birisiymiş burası 1937 yılında açılmış. Burada ki kitapların satışı yok maalesef çünkü ilk basım kitaplar yani orijinal ancak kopyalarını almak mümkün. İlk basım olduğu için çoğu İngilizce idi kitapların çok az derecede Türkçe basım vardı.Sevgili arkadaşım ile kahvelerimizi yudumlarken gezdiğimiz yerlerden bahsettik tekrar çekmiş olduğumuz fotoğraflara baktık aldığımız ve okuduğumuz kitaplar hakkında konuştuk. Onunla zaman çok hızlı geçiyor nasıl geçtiğini anlamıyorum ve iyi ki var diyorum.Ve bu posttumu sonlandırıyorum. Kitapevinde kendimizi kaybettiğimiz için fotoğraf çekmemişiz sizler için google de zor da olsa bir tane fotoğraf buldum fikir vermesi adına ...




Lefkoşa’ya giderseniz yazdığım yerlere bakmayı unutmayın derim. Gönlünüzce bol bol gezmeniz ve öğrenmeniz dileklerimle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder